- Nurettin Mart'tan Belediye Başkanına Çağrı
- Kış Kapıda; Yalnız Bırakma
- Ellek Millet Bahçesi Otağı Ziyaretçilerini Bekliyor
- Ellek Belediye Başkanı Abbas Yeşildemir, hizmetlerine ara vermeden devam ediyor
- Osmaniye valisi Dr. Erdinç Yılmaz, Mahalle Muhtarları ile bir araya geldi
- Düziçi Belediye Başkanından Karne Şenliği
- Düziçi Kaymakamı Turgay İlhan, Düziçi ilçesine bağlı Köylere ziyarette bulundu
- Namaz ve Kerahat vakitleri
- Düziçi Belediyesi eski köprüyü yeniledi
Bu yazıyı okuma kardeşim!..
Abdulvahap Filiz
abdulvahap_f@hotmail.com
Yalan almış başını gidiyor. Entrikalar birbiri ardına, kıran kırana gidiyor. Hayat kör düğüm olmamak için bin bir takla atıyor. Debdebeler didişirken, insanlık insanlığından çıkmış, rayına oturamaz bir hale gelmiş bir hal üzere devam ediyor. İnsanlık kurtuluş ümitlerini dahi çıkar üzerine oturmuş, kurtulmayı dahi düşünmüyor…
Zaman tüm acımasızca, her gün bir takvim yaprağını ömrümüzden yırtıp atarken, "Ne yapayım ben kışta geldim, siz baharda geleceksiniz” sözlerini söyleyenler, tarih de unutulmaya terk edilirken…
Seksen yıllık ömrü hayatında, kendi kitabını dahi okuyamadan alem-i berzaha giden, dünya adına her şeyi yapan, tüm zevkleri yapan, gayr-i meşru bir hayatı kendine düstur edinen, ne idiğü belirsiz bir nev zuhur bir neslin bitişi ile yeniden başlayan, ter-i taze bir hayat kokularının, ahir zamanın o zifir-i karanlığında, sabahın sessizliği içinde, ruhumuzu şad eden duyguların yeşermesi, gelecek adına içimize inşirah serpmesi, bizi hayata bağlamaya devam ediyor… Ruh dünyamızda kıpırdamalar meydan getiriyor…
Özlüyorum o buram buram toprak kokan anıları, el değmemiş çamur kerpiç evleri, duvarlarında dahi dantel dantel işlenmiş, arka arkaya sıralanmış tespih taneleri gibi, okunmuş suların içildiği o kerpiç evler…
Orası öyle bir dünya idi ki, ne ararsan doğruluk adına vardı… Onun içinde yaşlananlar, geçmişe bakarak eski daha iyiydi demediği bir hayat vardı orada… Dob dolu bir hayat vardı, eskiye özlem yoktu orada… Hayat dolu dolu yaşanırdı orada, hiç kimse bir birinin kuyusunu kazımazdı… O zamanın en kötüsü dahi, şimdikin en iyisinden daha iyiydi…
O zaman güneş farklı doğar farklı batardı… O gün kapılardan dahi farklı girilir, farklı çıkılırdı… Kadere isyan yoktu… Ana’ya baba’ya saygı, kardeş kardeşe kuyu kazımazdı… Aynı ev içinde, şimdikinden daha fazla insan yaşar, hır gür yoktu, ses duyamazdın…
Şimdilerde koskoca ev de iki kişi yaşıyor, ses ve gürültüden, çevre kirliliği meydan gelmektedir… O zamanlar insanlık ve yaşam sevgi ve saygı üzerine kurulurdu, hiç kimse hasta olmaz, şeytan fazla oyalanmazdı…
Eller tenceredeki yemeği karıştırırken, diller ya dua, ya da kunut okurdu, böyle bir saygı ve sevgi vardı. Eşyaya karşı dahi edep içerisinde olmak vardı…
Bugün hayat mide ve işkembe üzerine kurulu olduğu için, ruh kaybolmuş madde iktidarı ele geçirmiş, hastaneler arttı, ruh hastaları arttı, Allah’tan kitap’dan uzaklaşmakla, kendini değil, gelmemek üzere ruhunu yok eden, tuvalet ile mutfak arasında yaşayan bir neslin peydah olması, hayatı işkembeden ibaret gören, kendisine gelen mektubu dahi okuma zahmeti göstermeyen, duyarsız, ruh hastalarının oluşması, iki satır yazıyı dahi başkasına okutan, Avrupalı ya da batılı olmak için, ne kadar maskaralık varsa evinde uygulamaya çalışan, hayatına Allah’ı değil de batıya ‘modernlik diye yeni ad verdiği şeytana uyan’, camide kıblesi her ne kadar Ka’be olsa da, hayat olarak kıble olarak yönü batıya, hep batan yere çeviren, kısmetsiz, üç kuruş kazanınca kerameti kendisinde bilen, halbuki azabını hazırladığı, sonunu hazırladığı, bitişine doğru gittiği, orada hesabını çok ağır bir şekilde vereceği bir hayat alemine doğru gittiğini dahi bilemeyecek kadar, kafasını kuma saplamış, cehennemin beklediği bir nesil peydah oldu…
Artık ben cahil kalmak istiyorum, diploma dahi istemiyorum, sınıf geçeceğim diye gusül abdestini dahi nasıl alacağını bilmeyen bir nesil olmaktansa… İnanmıyorum bana öğretilen tarihe de, bilgiye de… Sana da diğerine de… Hiçbir şey ruhumu şad edemiyor… Maddenin de bir sınırı var, insanın yok olduğu noktada sınırının bittiği bir madde…
Ruhumun hüsran-ı sinem-i delen bir ok’tur, Benim derdimin tasvirine gücüm yok’tur diyerek her ne kadar bitirmek istesem de, ellerim klavye üzerinde aynı ritmik hava içerisinde, yazmaya devam ediyor, kalbim yazma diyor, bu zamanda, ahir zamanda okuyan bir nesil yok diyor…
Şayet olsa idi, Rabbül alemin tarafından gönderilen, ilk emri "OKU” olan o kitabı okurdu… Hayatı okurdu, kendini okurdu, tam mutmain olan bir nefis olarak, "Gir Cennetime” hitabına mazhar olurdu..
Buna mazhar olmadıktan sonra, tüm dünyadaki diplomalar senin olsa ne yazar… Bakmayın onların asla güvenilmez sözlerine, Türkün onların asla güvenilmez sözlerine, tükürün onların hayat dediklerine… Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere….
YASAL UYARI: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Af Medya’ya aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Bu haber veya yazı sadece “http://www.ellekhaber.com” tarafından sağlanan RSS verileri kullanılarak alıntılanabilir.